28 Aralık 2008 Pazar

çok soğuktu sanki

Gözlerimi kapattığımda kendimi görebiliyordum. Tıpkı ayna gibiydi - ama hayır, tam olarak öyle değildi. Burada sadece yüzümü görmüyordum. Karşımda preslenmiş, dondurulmuş, paketlenip vakumlanmış duygular ve ortalıkta uçuşan el değmemiş düşünceler vardı. Bu buzdan cehennemde donarak ölmemek için ortama biraz sıcaklık katması amacıyla vücuduma ilaçlar ve çikolatayla zorla salgılattığım serotonin hormonunun verdiği sahte mutluluktan da sıkılmıştım. Ne zaman kendimi dış dünyadan soyutlayıp bu buzları kendi başıma eritmeye çalışsam ya üzerime çığ düşüyor ya da dengesiz vücudum yüzünden kayıp düşerek kemiklerimi kırıyordum. Canım çok acıyordu. Ama artık bir hayli uzamış olan siyah boyalı saçlarımla bağlı ağzım acımı haykırma yeteneğini çoktan kaybetmişti bile. Sonunda düz mantığın kısır kaldığı yere gelmiştim. Ne yaptığımı kendim bile bilmiyordum. Tanrı benim için zaten yoktu, hiç olmamıştı da. Efendi de, köle de bendim. Bu durumda dondurulmuş duygularım hastalıklı düşüncelerimin kölesi oluyordu. Kendi kendime tuhaf bir sado-mazo ilişki yaşıyordum. Kafamın içinde minik kurtçuklar dolanıyordu. Kendi içime gömüldükçe gömülüyordum. Birşey arıyordum, ama ne aradığımdan tam olarak emin değildim. Sanırım kendimi arıyordum. Ama insan kendini kaybetmeden aramaya çıkarsa bulabilir mi? Bu doğru muydu? Ama artık doğrular da bir değildi ki.. Herkesin kendi doğruları içinde kendimi ararken daha da kayboluyor, sarılacak kimseyi bulamadığım için sahip olduğum varlığa daha sıkı sarılıyordum. Onu boğacak kadar sıkı. İnsanlar da bu sırada üzerlerine doğru yağdırdığım kar fırtınasından kaçıyorlardı. Her yerde kar, buz, soğuk ve fırtına vardı. Bütün bunları ben mi yaratmıştım? Ama kimse bilmiyordu ki, beni soğuk bulanlar aslında ısıtamayanlardı..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder